19 Mayıs 2024, Pazar

Son dakika Karaman haberleri

HUDEYBİYE’Yİ KAVRAYAMAYAN, İSLAM’I ANLAYAMAZ

HUDEYBİYE’Yİ KAVRAYAMAYAN, İSLAM’I ANLAYAMAZ

 Ecdadın yaptırdığı camiden iz kalmamış. Su mucizesinin yaşandığı yerde kurumuş o bahtiyar kuyu. Kimsecikler yok ortada. Oysa İslam tarihinin, hatta insanlık tarihinin dönüm noktasıdır Hudeybiye. Hudeybiye’yi kavrayamayan, İslam’ı anlayamaz.

Düşünün: Peygamberimiz (SAS) ümmetinin başına geçmiş, Mekke’ye doğru yola çıkmış. Savaş düşünülmüyor bile, kılıçlar kuşanmamış. Ve müşrikler “Mekke’ye giremezsiniz” deyip ordularla karşısına çıkıyor. Kimi nereye sokmuyorlar? Gelenlerin çoğu Mekkeli. Babaları da, dedeleri de Mekkeli. 19 gün ihramlı bir şekilde bekleyiş… Ve sonunda, zahiren çok ağır şartları olan bir anlaşma imzalanıyor. Mü’minler derin bir teessür içinde. Oysa asıl fetih o gün başlıyor... Ve şimdi o mübarek topraklar garip bir hüzne bürünmüş; belki de ahir ‘guraba’sını bekliyor.

Hüzün içinde gerisin geriye dönüş ve Kâbe’nin şefkatli sinesine sığınacaksınız yeniden; tavaf için, umre için, dua için... Allah’a şükür ki, hıçkırıklarla Kâbe’ye sarılmış insanlar göreceksiniz. Nasıl da dertleşiyorlar O’nunla. Pek çoğu ıstırabını şerh ederken yanaklarından dökülen gözyaşlarının göğsünü ıslattığının farkında bile değil.

Anadolu’dan kopup gelen birine kulak kesileyim dedim; aman Allah’ım! Diyor ki: “Ya Rab, buraya kendim için bir şey istemeye gelmedim. Mühim bir hâcetimiz var; lütfen kabul buyur.” Talebini iletmeden önce ism-i a’zamı sıralıyor. “Ya Ferd! Ya Hay! Ya Kayyûm! Ya Hakem! Ya Adl! Ya Kuddûs!” Sesi soluğu hıçkırıklara boğuluyor kimi zaman. Kur’an’dan ayetler, dualar sıkıştırıyor araya ve sonunda Kâbe’yi ziyaret sebebine getiriyor sözü: “Allah’ım, Sen de biliyorsun ki mü’minler aleyhine kurulan tuzaklar var. Fitne çıkarmak için can atan, fesat üretmek için var gücüyle çalışan kişiler bulunmakta. Bizim ne aklımız yeter onların stratejilerine, ne tecrübemiz. Ne olursun Allah’ım, her kim ve her ne vesileyle olursa olsun hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeye tuzak kurmak isteyenler varsa, onları hidayet eyle! Bizi sıyanet eyle, İslam kardeşliğini pekiştir, kalplerimizi telif eyle, eğer bu mümkün değilse…”

Her renkten insan Kâbe’ye koşup gelmiş. Çoğu ihramlı, bazıları bembeyaz elbiseler giymiş. Her dilden dua ediliyor. Renk farkı ortadan kalkıyor, dil farkı ortadan kalkıyor; insan olduğunuzu, Âdem ve Havva’nın çocukları olduğunuzu hissediyorsunuz benliğinizde. Eşitleniyorsunuz oracıkta. Ne isminizin önemi kalıyor, ne cisminizin.

Ya Safa ile Merve tepelerinde yaşanan aşk u şevk? O mukaddes tepeler elinizden tutacak ve sizi tarihe şahit yapacak. Bilmem kaç bin sene önceye gideceksiniz. İbrahim’e emir gelmiş, terk ediyor. Arkasına dönüp bakamıyor. Ve Hacer Validemiz. Anasından süt emmeye devam eden yavrucağızı İsmail  ile çölün ortasında yapayalnız. Su bulması lazım. İki tepe arasında koşuşturmaya başlıyor. İsmail oracıkta kimsesiz. Iztırar diliyle dua ediyor anamız. Ve duası kabul ediliyor, bir su fışkırıyor çölün ortasından; Kâbe’nin az ötesinden. O kadar ki dur-dur (zam-zam) demek zorunda kalıyor Hacer Annemiz.

İşte tam orada, Hacer’in koşuşturduğu yerde, çağımızın İsmail’lerini nasıl hatırlamazsınız! Hangi insan “Ya Rab! Yeryüzü hâmisiz İsmail’lerle dolu ve onları himaye edecek gücümüz de yok” deyip O’na yönelmez? O suyu bulmak için, önce, Hacer gibi, ciğerlerin yanacak; yanacak ki rahmet sağanak sağanak yıkasın ruhlarımızı.

Bir de o iki beldede bekleşenleri göreceksin. “Ne zaman gelecek?” diye sorarlar sevdikleri, ‘büyüğümüz’ dedikleri için. Meğer son birkaç senedir daha da artmış hasret dolu intizar. Belli ki o ne kadar özlemişse Mekke ve Medine’yi; Mekke ve Medine de özlemiş onu o kadar. Kim istemez öyle bir hacc-ı ekberi! Kim arzu etmez hep beraber ihramlara bürünüp “lebbeyk Allahümme lebbeyk” diyerek Kâbe’nin örtüsüne sarılıp hıçkırıklarla dirilmeyi! Hasret ne kadar derinse vuslat da o kadar yakındır. O’nun rızası ve inayeti yanımızda olduğu müddetçe küçük bir vesile bile o buluşmayı temin edecektir. Ah keşke, ah keşke… 


yukarı çık